Telefon

Kültürel Varlıklar

Kurumsal

Kültürel Varlıklar

İZNİK AYASOFYA ORHAN CAMİ

7.yy da Romalılar tarafından inşa edilen Gymnasium üzerine  Bizans döneminde  bazilika olarak inşa edilmiştir. Kaynaklarda genellikle Büyük Kilise olarak anılmaktadır. Bu kilise kentin en büyük kilisesi olmanın yanında, piskoposluğun da merkeziydi. Yapının ilk dönemi ( alt kısım) kesme taşlar Gymnasium’a aittir. 2. Dönem tuğla harçtır.  Yunan Haçı şeklinde düzenlenen şehrin tam ortasında yer alır. Yukarıdan bakıldığında 4 ana kapı görülmektedir.  4 köşe düzlem üzerine tutturulmuş kubbe ile örtülüdür. Dikdörtgen planlı 3 nefli bazilikadır. Naos ile yan nefler dikdörtgen payeler üzerine oturan kemer ile birbirine bağlanmaktadır. İznik’te ki en alt kodlu yapıdır.  Doğu yönünde içten yuvarlak dış tarafta ise 3 yüzeylidir. Her 3 yüzün üzerinde büyük birer pencere vardır. Gizli tuğla tekniği ile yapılmıştır. Kare planlı pastaforium odacıkları vardır. (apsisin iki yanında bulunan odacıklar) Apsis önünde din görevlilerinin yer aldığı 6 basamaklı oturma kademeleri ve ön tarafında vaftiz sunağı bulunmaktadır. Batı duvarının önünde geniş bir narteks vardır. Kuzey duvarında sekiz tane, güney duvarında dokuz pencere vardır ve doğu yönündeki duvarların her birinde fazladan bir pencere daha yer almaktadır. Girişte sağ tarafta yer mozaikleri mevcuttur. Yapının yan tarafında şapelin (azizin adına ayrılmış küçük ibadet yeri) zemin mozaiği görülmektedir. İznik’te ki 2. Ekümenik Konsil 787’de burada gerçekleşmiştir. İmparator 3.Leon’un başlattığı ikonoklazma (ikonaları yok etmek) dönemi İmparator  4. Leon’nun eşi İmparatoriçe Irene’nin burada yaptığı konsille sonlanmıştır. Freskoların bulunduğu pencereler orta Bizans dönemine aittir. 1331’te Orhan Gazi zamanında İznik’in fethedilmesinden sonra, yapı yeniden yükseltilmiş, nefleri ayıran destekler değiştirilmiş, minare ve mihrap eklenerek camiye dönüştürülmüştür. Ancak günümüzdeki minare kalıntısı bu döneme ait değildir. Gerek bugünkü minare ve gerekse yapıdaki Türk dönemini yansıtan değişikliklerin büyük bölümünde, ünlü Mimar Sinan’ın izlerini bulmak olanaklıdır. Bu dönemde üçlü kemer açıklıklarının aralarındaki ikişer sütun kaldırılmış ve bugün görülen büyük kemerlerle, onların arasındaki küçük sivri kemerli açıklıklar yapılmıştır. 1700 lerde tahrip olmuş ve terk edildiği düşünülmektedir. Ayasofya’nın içi yeşillikler ve sarmaşıklarla kaplanmıştır. 1935’lerde Alman Arkeoloji Enstitüsü uzmanları bazı sondajlar yapmışlar, 1953’te içindeki kalın toprak tabakası müzeler idaresince kaldırılmıştır. 1980’li yıllardaki çevre düzenlemesi ve kamulaştırmanın neticesinde Ayasofya’nın etrafındaki yapılar yıkılmış ve etrafı yeşillendirilmiştir. Aralık 2007 tarihinden itibaren Vakıflar Bölge Müdürlüğü’nün restorasyon çalışması gerçekleştirilmiştir. 6 Kasım 2011 tarihinde Kurban Bayramı 1. Günü sabah namazından itibaren bir kısmı cami olarak hizmet vermeye başlamıştır.

BAZİLİKA

UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi kapsamına alınması amacıyla çekilen hava fotoğraflarının incelenmesi sonucu İznik Gölü kıyısında yaklaşık 20 m açıklıkta anıtsal bir yapıya ait kalıntılar tespit edilmiştir.  Günümüzde "Senato Sarayı" olarak tanımlanan bölgenin 500 m kadar doğusunda su seviyesinin yaklaşık 2 m altındaki kalıntılar havadan planı net bir şekilde ayırt edilemeyen doğu - batı doğrultusunda uzanan anıtsal bazilikadır.Yapı yaklaşık 30x19 m boyutlarında , 600 m²’lik kapalı bir alanı kaplamaktadır . Bazilika ortadaki daha geniş ve olasılıkla yüksek 3 nefe sahiptir. Naosun doğusundaki apsis içte dairesel formlu , dışta ise düz bir duvarla kılıf içerisine alınmıştır.  Apsisin iki yanında ayin için kullanılan malzemelerin saklandığı pastophoria odaları bulunmaktadır. Naosun batısında bir narteks, önünde kısmen narteks  duvarından daha içeriye çekilmiş üç birimli bir mekan yer alır. Hava fotoğrafına bakıldığında Bazilikanın bütün birimlerinin çöken üst yapıya ait moloz ile kaplı olduğu görülmektedir. Yapıda 18 tane mezar bulunmuştur. Bazilika planı,kullanılan malzeme ve ölçüleri ile Roma imparatorluğu toprakları genelinde yaygın olarak kullanılan Erken Hıristiyanlık dönemi kiliselerinden birisidir. İznik Gölü Sualtı Bazilika Kazısı, Kültür ve Turizm Başkanlığının izniyle, İznik Müze Müdürlüğü Başkanlığında, Bursa Uludağ Üniversitesi adına Prof. Dr. Mustafa Şahin’in bilimsel danışmalığında yürütülmektedir.

İZNİK NİLÜFER HATUN İMARETİ (İZNİK ARKEOLOJİ MÜZESİ)

Günümüzde İznik Arkeoloji Müzesi olarak kullanılmakta olan İmaret Yeşil Cami’nin kuzeybatısındadır. Doğusunda Müze Sokak, güneyinde Türbe Sokak, kuzeyinde Lefke Sokak yer almaktadır. İmarette revak hariç tutulursa, ters T planının uygulanmış olduğu görülmektedir.  Sultan I. Murad’ın annesi Nilüfer Hatun’un anısına 1388 yılında inşa ettirilmiştir. Doğu cephesi 40,5 m. ,revak eni 25,35 m. , revak dahil derinlemesine 33,60 m. boyutlara sahiptir. Doğudaki revak kısmının ön cephesinde iki köşe ayağıyla giriş kısmının iki yanında altı demet kaval ve bunların üzeri birer yarım külah ile dekorlanmış örme ayaklar arasında birer mermer sütun ve istilaktitli başlıklar yerleştirilmiştir. Üzerindeki bademler ve yapraklar vardır. Bunlar sivri kemerlerle birbirine bağlanarak son cemaatı beş bölüme ayırmıştır. Revak kemerlerinin ayak kısımları altından başlayan ahşap gergiler kullanılmıştır. Revakın ortadaki kısmı üçgen geçişli bir kubbe, yan bölümleri ikişer aynalı tonozla örtülmüştür. Kemerler, kemer üstü duvarı, ayaklar ve hemen tüm yapının dış yüzeyleri üç sıra tuğla, bir sıra kesme taş ve taş araları birer dikey tuğla ile örülmüştür. Kemerler üstten ince bir diş ile sınırlanmıştır. Sütunlara oturan iki kemer başının sınırladığı sahada iki yandan meyilli gelen tuğlalar, ortada ok kuyruğu dizisi meydana getirmektedir. Revakın yan kısımlarında altı köşeli bir motifle merkezin etrafında sıralanan iç içe iki dişli çark motifi işlenmiştir. Altı sıra kirpi saçaklıdır.  İmarete revakın orta kemeri altındaki düzlükten geçilerek ulaşılan kapıdan girilmektedir. Revakın iki yanındaki sofalar 0,52 m. yüksektedir. Sonradan yapılan ahşap kapı iki sivri kemerle sınırlıdır. Kapı başlığı Bursa kemerlidir. Bunun üzerinde mermer üzerine yazılmış üç satırlık kitabe yer almaktadır. Kitabede ‘Bu mamur olarak sürecek olan mübarek ve şerefli imaretin yapılmasını büyük hükümdar, kerem sahibi Hakan, Sultan oğlu Sultan Orhan’ın oğlu Murad- Allah mülkünü daim kılsın emretti. Annesi merhuma ve mağfure Nilüfer Hatun için-Allah onu mağfiretine doyursun-yedi yüz doksan senesinin cumade’i evvelinin başında’ yazılıdır. Kapının iki yanında dikdörtgen birer pencere vardır. Pencere kemerleri çark dişi ile bezelidir. Merkezi kısım kare planlı olup, baklava dilimli bir kuşak üzerine oturtulmuş kubbeyle örtülüdür. Kubbenin ortasında yüksek ve sekiz cephesi pencereli , üstü kubbeli bir fener yükselmektedir. Kubbe kasnakları 12 köşelidir. Kasnaklardaki pencereler yuvarlak kemerli ve şebekelidir. Merkezi salonun kuzey ve güneyinde dikdörtgen planlı birer sahın vardır. Bunların iki duvarına birer pencere açılmıştır. Bunlar ikişer Bursa kemerli eyvan ve birer kubbeyle örtülüdür. Bu sahınların doğu duvarında birer baca yer almaktadır. Merkez kısımdan batıya uzanan bölümlerin zeminleri 0,63 m. yüksekliktedir. Üstleri kemerle ayrılmış birer tonozla örtülüdür.  İçte bu kısımların ortalarında sekiz dilimli birer kubbe vardır. Birinci tonoz alçı peteklerle süslüdür. Bu mekanların cephelerinde altta ve üstte ikişer pencere yer almaktadır. Güney duvarında iki pencere yer arasındaki küçük mihrap bu kısmın mescit olarak da kullanıldığını vurgulamaktadır. Mekanların zeminleri tuğla kaplamalıdır. Giriş, eyvan ve ana mekan temellerinde İznik Roma Tiyatrosu’na ait kesme taşlar yer almaktadır. Güneydeki üstlük pencerenin yer aldığı hafif içe çökük kare sahada güneş kursu motifi işlenmiştir. İmaret olarak kullanılan yapı, yoksullar için her gün yemek dağıtılan bir hayır kurumuydu. Cumhuriyet Döneminde değişik gereksinmeler için depo olarak kullanılmış, 1960 yılında müze olarak hizmete açılmıştır. Tarihsel bir yapı olan imaret 14. yüzyıl Osmanlı mimarisinin en güzel örneklerinden birisidir. 

EŞREFİ RUMİ (EŞREFZADE) CAMİ VE TÜRBESİ

Eşrefzade veya Eşref-i Rumi Cami adlarıyla da anılan ve Yunan işgali sırasında tamamen ortadan kalkan caminin ilk yapısından günümüze yalnızca minaresiyle hazire kısmı ulaşmıştır. Cami, İznik’te yaşamış ve burada ölmüş olan Kadiriyye tarikatının Eşrefiyye kolunun kurucusu ünlü mutasavvıf Eşrefoğlu Rumi (ö. 874/1469-70) adına inşa edilmiştir. Eski fotoğraflarda Eşrefoğlu Rumi’nin türbesinin de caminin hemen bitişiğinde olduğu görülmekte, ancak işgal sırasında o da tamamen yıkıldığı için günümüzde şeyhin kabrinden başka herhangi bir izine rastlanmamaktadır. Caminin inşa tarihi ve banisi belli değildir. Yalnız burada 1485 yılında Fatih Sultan Mehmed’in eşi Mükrime Hatun tarafından bir cüz okuma vakfının kurulduğu bilinmekte ve bu durum yapının bu tarihten önce yapılmış olduğu görüşüne kesinlik kazandırmaktadır. Cami, büyük ihtimalle Eşrefoğlu Rumi’nin ölümünden sonra türbe ile birlikte veya türbeden hemen sonra ona yakın bir tarihte inşa edilmiş olmalıdır. Minarenin camiden ayrı ve türbe duvarına bitişik yapılması da aynı ihtimalleri hatırlatmaktadır.

Geçmişte yapılan araştırmalardan ve mevcut fotoğraflarından hakkında bilgi edinilebilen Eşrefoğlu Rumi Cami’nin uzunlamasına dikdörtgen planlı, düz çatılı bir yapı olduğu anlaşılmaktadır. Devşirme dört sütuna oturan beş kemerli, yanları kapalı ve hayli derin bir son cemaat yeri ile dışa açılır. Ortada yer alan kapının iki yanında simetrik olarak altta büyük, üstte küçük birer penceresi bulunmakta ve bunların kapıya uygun düşecek şekilde sivri kemerlerle donatıldıkları görülmektedir. Duvarlar düzensiz taş ve tuğla sıralarıyla meydana getirilmiştir. Yapının iç kısmında sekiz ahşap direk üzerine oturan bir müezzin mahfili bulunmaktaydı. Mukarnaslı kavsarası dışında bütünü ile çini kaplı olan mihrap, iç mekânın en dikkat çekici unsurlarından biriydi. Yapıdan ayrı tutulduğu ve bitişikteki türbenin köşesinde yer aldığı bilinen, halen şerefeden yukarısı eksik ve çelik kuşaklar içine alınmış olan minare, yüksek bir çokgen kaideye oturmakta olup tamamen tuğladan örülmüş silindirik bir gövdeye sahiptir. Gövdesinde ve şerefe altında dikdörtgen ve kare levhalardan meydana gelen çini kuşaklardan başka şerefe altındaki mukarnasların arasına da aynı tarzda çini levhalar yerleştirilmiştir. Bu çinilerin IV. Murad zamanında yaptırılan onarım sırasında konulduğu bilinmektedir; bu onarımda cami ve türbenin içi de çinilerle kaplanmıştır. Özellikle camide son cemaat yeriyle harimin duvarlarını ve mihrabın üzerini kaplayan çinilerin son derece zengin olduğu mevcut fotoğraf ve çizimlerden anlaşılmaktadır. Bu çinilerden halen İznik Müzesi’nde bulunan çok sayıdaki parçasının sır altı tekniğinde yapıldığı ve XVII. yüzyıl için hayli kaliteli olan bir işçilik yanında desen ve renk açısından da önemli özellikler sergilediği görülmektedir. Çok değişik çiçek desenleri ihtiva eden bu parçalar arasında kitabeli olanlar özellikle dikkat çekicidir. Eşrefoğlu Rumi Cami ve Türbesi’nin çinilerinden günümüze ulaşan bu kısıtlı malzeme, XVII. yüzyılda artık gerilemeye başlayan İznik çiniciliğinin son dönem örnekleri olması bakımından da ayrıca değer taşımaktadır. Camiyi önemli kılan başka bir husus da yapının İznik’teki tek çinili eser olmasıdır. Osmanlılar’ın birinci derece çini yapım merkezi olan İznik’te üretim, başından beri imparatorluğun önde gelen merkezlerinin ihtiyaçları doğrultusunda daima dış tüketime yönelik olmuştur.

Eşrefoğlu Rumi Cami’nin, elli yıl öncesine kadar etrafında bulunan kalıntılardan geniş bir yapı topluluğuyla çevrili olduğu anlaşılmaktadır. Fotoğraflarda şadırvanlı bir avlu içinde, caminin hemen bitişiğinde Eşrefoğlu Rumi’nin dikdörtgen planlı büyük türbesinin yer aldığı görülmektedir. Türbe, batı cephesinin kuzey ucundaki bir kapı ve pencere aracılığıyla revaklı, güney duvarı mihrap nişli küçük bir avluya açılmakta, türbenin kuzey cephesinin önünde ise Eşrefoğlu Rumi’nin eşyalarının sergilendiği kare planlı özel bir bölme bulunmaktaydı. Eski yayınlardan, caminin hemen yakınında küçük ölçülerdeki bir hamamın izlerine rastlandığı ve yapıların güneyinde görülen kalıntılarla etraftaki geniş bir alana yayılmış izlerin de büyük bir tekke kompleksine ait olduğunun sanıldığı öğrenilmektedir. Bu durumda, Eşrefoğlu Rumi’nin tekkesi etrafında tarikata ait bir merkez meydana getirme düşüncesiyle kurulmuş ve zamanla eklenen yeni yapılarla genişletilerek şekillendirilmiş bir külliyenin varlığı söz konusu olmaktadır.

Tamamen harap olduktan sonra 1954 yılında cami derneği tarafından basit bir tarzda kagir olarak yapılan ve aynı yıl ibadete açılan cami günümüzde de kullanılmakta, Eşrefoğlu Rumi’ye ve yakınlarına ait bazı kabirler de minare ile caminin sağ tarafı arasında kalan açık hazirede bulunmaktadır.

 ABDÜLVAHAB TÜRBESİ (BAYRAKLI DEDE)

13.yy. yaşadığı varsayılan söylencesel kişi, İslam ordularının Anadolu’yu geçerek Bizans’ı düşürme savaşımının sürdüğü 717-740 yılları arasında, Abdülvahap adlı bir sancaktarın yiğitliğinden söz edilir. Rivayete göre genç sancaktar bir düşman oku ile yaralanmış ve hücum eden tekfurlar tarafından başı uçurulmuştur. Buna rağmen kılıç sallamaya devam eden sancaktar bir arkadaşının Abdullah başını unuttun demesi üzerine geri dönen ve başını koltuğuna alarak bugün yattığı tepeye çıkıp kendini defnetmiştir. Türkler İznik’i alınca buraya bir mezar yaptırmışlardır. İznik’in doğusunda, kente egemen bir tepe üzerinde bulunan mezarı ziyaret yeridir. Türbeye bayraklar asılmakta, adaklar adanmaktadır. Bu nedenle türbe halk arasında “Bayraklı Dede” olarak da anılır.

YEŞİL CAMİ

 Tek kubbeli klasik camilerde mekani genişletmek yolunda ilk araştırmaları işaret eden Yeşil Cami, İznik’te Osmanlı mimarisinin en önemli ve abidevi yapısıdır. Kitabesine göre ‘Murad Bey bin merhum Orhan Bey’ zamanında Çandarlı Kara Halil Hayreddin Paşa’nın mimar Hacı Musa’ya 1378’de yaptırmaya başladığı eser, 14 yılda ve kendisinin 1378’de ölümünden sonra 1392’de oğlu Ali Paşa tarafından tamamlanmıştır.

 Yeşil Cami’de iki kitabe vardır. Asıl kitabe kapının üstünde güzel Osmanlı sülüsü ile dört satır olarak yazılıdır. 780 (1378) tarihli bu kitabe caminin bundan bir yıl önce başladığını gösterir. Burada koca Sultan Hüdavendigar, büyük bir tevazu içinde Murad Bey olarak geçer. Vezir Halil Hayrettin Paşa da yalnız ilmi payesini kullanmış bunu vezaretten üstün tutmuştur.

İkinci kitabe, revakın iki sütunu arasına istilaktitli söveler üzerine yerleştirilmiş olan yapının tamamlanma tarihidir. Tek satır üzerine güzel sülüs Arapça kitabede, Vezir Hayrettin Paşa merhum diye ilmi rutbesiyle beraber yazılmıştır. Caminin 794 (1391-1392)’de bitirildiği anlaşılıyor. Yapının 14 yıl kadar uzun sürmesi Çandarlı Hayreddin Paşa’nın 789 (1387)’de vefatı yüzündendir. Oğlu Ali Paşa camiyi tamamlatmış vezaret unvanını da o koydurmuştur. Hacı Bin Musa  Orhan zamanında İznik’te çalışan Hacı Hamza kümbetinin mimari Hacı Ali’den sonra bilinen ikinci mimardır. Caminin oldukça derin ve yanlara doğru ikişer kemerle açılan son cemaat yeri yanlarda aynalı tonoz, ortada yüksek sekizgen kasnak üzerine dilimli bir kubbe ile örtülmüştür. İyice yükseltilmiş olan son cemaat yeri büyük kubbeyi ön taraftan kapatarak caminin asıl yapısını gölgelemiştir. Mekanda üç geniş kemerle büyük kubbeye açılan ve son cemaat yerinin bir tekrarı, yanlarda aynalı tonoz, ortada iri dilimlerle yivlendirilmiş sağır fenerli bir kubbe ile örtülü bir giriş bölümü vardır. 11 m çapındaki asıl kubbe, badem denilen prizmatik üçgenler üzerine tam bir yarım küre biçimindedir. Burada tek kubbeli mekanın öne doğru uzatılarak genişletilmesi yeni bir denemedir. Mimarı kaliteleri ile gerek iç mekan, gerek dış yapı olduğundan çok daha fazla büyüklük etkisi bırakan abidevi bir kuvvet göstermektedir. İçten ve dıştan mermer bloklarla kaplı duvarlar, doğu ve batı yanda iki kanat pencere sıraları ile açılır. Son cemaat yerinin iki yanındaki geometrik süslemeli mermer şebekeler tahrip edilmiştir. Kapının etrafını çeviren mukarnaslar, Selçuklu geleneğindendir. Köşe sütunları ile mukarnaslı nişli geometrik geçmeler, rumi ve palmet kabartmalarla süslü sade mermer mihrap en eski ve devrinin en güzel Osmanlı örneği olup, yeni bir üslubun doğuşunun haberini verir. Selçuklu geleneğine uyan minare, camiye adını veren yeşil, firuze, sarı ve mor renkli çinilerle süslenmiş olup, alt kenarındaki geniş kuşakta, birbirini kesen büyük sekizgenlerin düğüm ve yıldız motifleriyle eski Türk ve Selçuklu örnekleriyle bağlanmaktadır. Yeşil Cami, Selçuklu mimarisinden doğduğu sezilen Osmanlı üslubuna bir geçiş yapısıdır.

 

ŞEYH KUTBUDDİN CAMİ  

İznik ilçe merkezinde Nilüfer Hatun imareti karşısında cami ve bitişiğinde türbe bulunmaktadır. Türbede, Mehmet Muhittin mezarı bulunmaktadır.  Mehmet Muhittin babası ünlü Şeyh Kutbuddin-i İzniki’dir; kendisinin doğum yeri ve tarihi hakkında bilgimiz yoktur.

Kare planlı, pandantif kubbeli türbenin girişi doğu duvarda, eksenden güneydedir. Kuzey, güney ve batı duvarda eksende, doğu duvarda eksenin güneyinde birer pencere vardır. İçte, güneydeki pencereye simetrik iki dikdörtgen niş yer alır. Türbeyi örten kubbe sağır onikigen bir kasnak üzerinde yükselmektedir, üzeri kiremitle kaplıdır. Türbe ve caminin yaptıranı hakkında açık ve kesin bir bilgi yoktur. Camin İbrahim Paşa tarafından 1496 yılında, Türbenin ise Halil Paşa tarafından yaptırıldığı öne sürülmektedir.

Kare planlı cami ile ona dek eksende kuzey batıda bitişik kare planlı türbe yer alır. Orijinal Cami yıkılmıştır. Cami 2004 yılında aslına uygun olarak yeniden inşa edilmiştir.

ŞEYH KUTBUDDİN TÜRBESİ

 Şeyh Kutbeddin Camisi’nin kuzeybatısında yer almaktadır. Kitabesinin bulunmaması nedeniyle inşa tarihi, yapanı ve yaptıranı kesin olarak belirlenememiştir. Türbedeki iki yatırdan biri Şeyh Kutbeddin–i İzniki’nin oğlu Mehmed Muhyiddin’in sandukasıdır. Bugün bulunamayan mezar taşında, ölüm tarihinin 1480 olarak okunduğu kaynaklarda yer almaktadır. Türbenin, bitişiğindeki camiden daha önce Çandarlı Hayreddin Paşa’nın oğlu İbrahim Paşa tarafından 1418 yılından sonra inşa edilmiştir. Türbe kare planlı tek mekanlıdır. İstalaktitlerle geçilen oniki kenarlı kasnağın taşıdığı, üzeri kiremitle kaplı kubbeyle örtülüdür. Girişi doğudaki kapıdandır. Duvarların her birinde dikdörtgen, sivri kemer alınlıklı birer pencere yer almaktadır. Doğudaki pencere alınlığında palmet motifleri görülmektedir.  Güney duvarında pencerenin iki yanında birer niş bulunmaktadır. İç kısmında zeminden başlayan dört sivri kemer duvarlarda farklılık oluşturmaktadır. Tüm yüzeyler sıvalı ve beyaz kireç badanalıdır. Türbe beden duvarları ve kasnağı bir sıra taş, iki sıra tuğla örülü olup, taşlar arasında birer dikey tuğla görülmektedir. Pencere kemerleri bir taş üç tuğladan oluşmaktadır. Saçaklar tuğlayla örülmüş çark dişi motiflidir. 1993 yılı kazı çalışmaları, türbenin güney ve batısındaki hazire bölümünde birçok önemli mezarın açığa çıkmasını sağlamıştır.

SÜLEYMAN PAŞA MEDRESESİ  

Orhan Gazi’nin büyük oğlu Süleyman Paşa’nın İznik’te yaptırdığı medrese sütunlar üzerine kubbeli ve bir yanı açık geniş kemerli yüksek revaklar arasında kubbeli on bir hücre ve tromplar üzerine büyük kubbeli dershaneden ibarettir. Hücrelerden biri arkadan bir koridorla tuğla ile bir sıra kesme taştan örülmüştür.  Kubbeler kiremit örtülüdür. Eyvansız ve asimetrik planı, sağda ve solda, arkada bir koridorla köşelere bağlanan hücre revakları ve hücrelerin sıralanışı, her hücrede bulunan dikdörtgen ve yuvarlak pencereler ve değişik nispetleri ile Selçuklulardan farklı yeni bir medrese mimarisinin doğuşunu haber vermektedir. Altında iç içe üç yıldız biçiminde enginar göbekli küçük havuzu ile bugün yıkılmış olan tromplu giriş kubbesi Bizans başlıklı iki sütuna dayanan kemerle derin bir eyvana açılmaktadır. Yanlarda doğuda üç, batıda dört adet medrese hücresi sıralanmıştır. 749(1348) tarihli vakfiyesinden anlaşıldığına göre, Rumeli Beyberbeyi Lala Şahin Paşa tarafından 740(1349) tarihinde yaptırılmıştır. Bugün tarihsel el sanatlarına özgü bir ticaret mekanı olarak düzenlenmiştir.

İSMAİL BEY HAMAMI

Beyler Mahallesi Akçeşme sokakta bulunan harap durumdaki beş mekandan ibaret yapı çok zengin mimari süslemeleri olan küçük bir hamamdır. Yapı, çeşitli büyüklükte dört kubbeli mekan ve güneydoğu köşesinde tonoz örtülü uzun bir beşinci mekandan ibarettir. Kubbelerin her biri içten stalatit geçişlerle spiral dilimdi, yaldızlı olarak yivlenmiş çekici görünüştedir. Kaba yontma  taş ve tuğla örgülü duvarlar köşelerde  itina ile yontulmuş mermer bloklarla takviyelidir. Hamam XV. yy’ın ilk yarısına tarihlendiriyoruz.  Kubbe geçişlerinde ve duvar süslemelerinde kullanılan zengin stalaktitler, sıcaklık kubbesinin kıvrak helezonik yivler vardır. Yazıtı bulunmadığı için kesin yapım tarihi belli değildir. Çeşitli uzmanlar yapıyı 14-17. yüzyıllar arasında değişik zamanlara tarihlemektedir. Boyutlarına ve iç düzenine bakarak bir saraya ait özel bir hamam olduğunu düşünülmektedir. Beden duvarları moloz taş ve tuğlayla çok özen gösterilmeden örülmüş olan yapı kare planlıdır. Bu karenin içi de gene kare planlı ve her biri bir kubbeyle örtülü dört mekâna ayrılmıştır. Yapıya güney cephesine bitişik dikdörtgen bir mekândan girilir. Zamanında beşik tonozla örtülüyken bugün yalnız temelleri kalmış olan bir girişten asıl hamama geçilir. Hamamın dört bölümüne, birbiri içinden geçilerek ve saatin tersi yönünde ilerlenerek ulaşılır. Bölümlerin her birinin duvarları ve kubbelerinin içleri birbirinden farklı, ama hepsi de çok zengin malakâri bezemelerle kaplıdır. İznik Müzesi başkanlığında bakanlık izni ile Bursa Valiliği, İznik Kaymakamlığı ve İznik Belediyesi katkıları ile restorasyon ve röleve projesine esas olmak üzere sondaj kazısı ve ön temizliği gerçekleştirildi. Temizlik ve kazı çalışması gerçekleşen tarihi hamamın temelleri açığa çıkarıldı. Çalışmaların tamamlanması ile restorasyon projesi çıkarılıp ardından aslına uygun restorasyonu gerçekleştirilecektir.

II. MURAD HAMAMI (HACI HAMZA HAMAMI)

Hacı Hamza Hamamı veya Belediye Hamamı adlarıyla da anılan çifte hamamın, yaptıranı ve kesin yapım tarihi bilinmemektedir; ancak 15. yy. sonuyla 16. yy. başına tarihlendirilmektedir. Kuzeyde kadınlar bölümü, doğuda kare planlı soğukluk, batıda sıcaklık, tuvalet ve eş boyutlarda kare planlı iki halvetten oluşur. Sıcaklık; kuzeyde bir eyvan ve güneyde pandantif kubbeli bir bütün halindedir. Halvetlerde ve sıcaklıkta oturma şekilleri vardır. Güneydeki erkekler bölümü ise doğuda kare planlı bir soğukluk, batıda ılıklık ve tuvalet ile buna bitişik sıcaklık ve dört köşeli odaları kubbe ile örtülüdür. Sıcaklığın ortasında sekiz kenarlı göbek taşı yer alır. Ana yapı beden duvarları moloz taş ve tuğla karışımı örülmüş, köşelerde kesme taş kullanılmıştır. Cepheler moloz taş ve tuğlanın harçla birlikte kullanılmasıyla örülmüştür. Köşelerde kesme taş ve tuğla ile, kadınlar kısmının girişi üzerindeki alınlık kemeri, saçak altındaki testere dişi ve tüm örtü sistemi tuğladır. Kadınlar kısmının kapısı mermer, lento ve kemerle sınırlanır. Üstteki çökertme alınlık mermerle kaplanmıştır.

I. MURAD HAMAMI (MEYDAN HAMAMI)

İznik Atatürk Caddesi üzerinde, istanbul Kapı ile Ayasofya Müzesi arasında yer alır. Mimari ve süsleme özellikleri yönünden 14. yy. ikinci yarısıyla 16. yy. ilk yarısı arasında yapılmış olduğu kabul edilmektedir. Yerel olarak Meydan Hamamı veya Eski Hamam adlarıyla tanınır. Yazıtı bulunamamıştır. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın desteği ile restore edilen hamam günümüzde Çini Müzesi olarak turizme hizmet etmektedir. Düzensiz dikdörtgen planlıdır. Batı cephede, eksenin güneyindeki kapıyla erkekler kısmının kare planlı ve tromplarla geçilen kubbeyle örtülü soyunmalığına girilir. Batı duvarında, kapının iki yanında birer ve güney duvarında iki pencere, doğu duvarında eksen üzerinde dikdörtgen bir niş vardır. Kuzey duvarında, batı köşedeki kapı B mekanına geçilir. Kadınlar bölümü, erkekler bölümüne göre daha küçüktür. Yapının batı cephesinin güneyi almaşık teknikte bir sıra kesme taş, iki-üç sıra tuğla ile düzenli olarak örülmüştür. Daha düzensiz bir örgü sistemi gösteren diğer cephelerde; moloz, kesme taş ve hatıl olarak tuğla kullanılmıştır. 

KIRGIZLAR TÜRBESİ

Türbenin ne zaman kimin veya kimler adına yapılmış olduğu kesin olarak belli değildir.  İçinde yedi büyük bir de çocuk lahdi vardır. Surların dışında Yenişehir Kapısı’nın batısında bulunan türbe, üç sıra kesme küfeki taşı, iki sıra tuğla örgülü duvarlarla Osmanlı mimarisinin erken dönemine işaret ettiği gibi, içindeki kalem işleri de günümüze gelebilen en erken örnekler olarak dikkat çeker. İki bölümden ibaret türbenin doğu tarafındaki bölümü yıkılmış, sade bir duvar kalmıştır. Ana bölümdeki kubbe, yüksek dört duvar üzerine on iki köşeli yüksek bir tamburla oturan yuvarlak tromplar üzerine yükselmiştir. Dikey hatların iyice belirtilmiş olduğu türbede, iç mekan da zengin kalem işleri ile süslenmiştir. Siyah, kırmızı, sarı ve yeşil renklerle çok ferah bir atmosfer yaratılmıştır. Kıvrık dallı Rumiler yanında natüralist süslemeler, iki kulplu meyve dolu vazo, yılan sarılmış sütun ve şamdan gibi şekiller, Selçuklu üslubu ile natüralist şekillerin karıştığı erken Osmanlı dönemine XIV. yy’a işaret etmektedir.

SARI SALTUK TÜRBESİ

XIV. yy’a tarihlenen bir diğer türbe Sarı Saltuk Türbesi’dir. Lefke Kapısı dışında yer alan türbenin yaptıranı ve inşa tarihi bilinmemektedir. Türbede yatan kişinin Sarı Saltık olduğuna inanılır. Sarı Saltık asıl adı Mehmet Buhari, Koca Ahmet Yesevi’nin 1166-67 öğrencisi ve Hacı Bektaş’ın yol arkadaşıdır. Derviş olarak Orhan Gazi’nin sarayına gelmiştir. Türbe duvar tekniği ve plan özellikleri açısından 14.yy. sonuna tarihlendirir. Kare planlı, pandantif geçişli kubbe ile örtülü türbe, köşelerdeki L biçiminde payelere oturan yuvarlak kemerlerle sınırlanır. İçinde doğu-batı yönünde uzanan bir kabir yer alır. Paye ve kemerler taş ve tuğlanın birlikte kullanılmasıyla örülmüştür. Kemerlerde bir sıra taş, üç sıra tuğla almaşık teknikle kullanılmış, ayrıca taşlar arasına dikine tuğlalar yerleştirilmiştir.

DAVUD-İ KAYSERİ TÜRBESİ

İznik’teki 700 yıllık 3 kollu çınar dibinde yatmakta olan Davud-i Kayseri’nin 1350 de İznik’te vefat ettiği bilinir. Davud-i Kayseri’nin Eşrefzade Mahallesi Davud-i Kayseri Sokağı’nda ki makam türbesi Ekim 2007 tarihinde Kültür ve Turizm Bakanlığı ödeneği ile yapılmıştır.

BÖCEK AYAZMA

 Ayazma, “Hagia” (Türkçe okunuşu ile “aya”, yani “kutsal”) ve “ma” (yani su) kelimelerinin bileşiminden türetilmiş bir terimdir. “Kutsal su” anlamı taşıyan Ayazmalar, şifalı olduğuna inanılan tatlı su kaynaklarıdır. Özellikle Hıristiyanlar için ruhani açıdan çok büyük anlam taşıyan bu kutsal su kaynaklarından birisi de “Böcak Ayazma” ismi ile İznik’te yer almaktadır. Yakup Çelebi Sokağı üzerinde, Koimesis Kilisesi’nin doğusundadır. Sokak hizasındaki bir duvar, demir parmaklık ve kapı ile ayrılan bahçedeki Baptisterium’a batıdan 11 basamaklı merdivenle inilmektedir. Giriş kısmı 2,55 m. yüksekliğinde olup, bir arşitrav ile üstten sınırlanmıştır. Bunun üzerinde tuğladan örülmüş bir kemerin sınırladığı alınlık yer almaktadır. Buradan 4,5 m. çapında ve 3,8 m. yüksekliğinde, yeraltında yapılmış, kubbesi tuğladan örülmüş bir odaya girilmektedir. Zeminin taş levhalarla döşeli olduğu, duvarların moloz taş, tuğla ve kireç kum harcı ile almaşık olarak örüldüğü görülmektedir. Odanın ortasında 0,80 m. derinliğe sahip kare planlı bir sarnıç yer almaktadır. Oda duvarında tuğladan örülmüş yuvarlak kemerli dört niş sıralanmaktadır. Güneydoğudaki niş zemin hizasından başlatılmış, diğerleri 0,50 ile 0,75 m. zeminden yukarıdadır. Yükseklikleri ise 0,85 ile 1,10 m. arasında değişiklik göstermektedir. Doğudaki nişin iki yanında kabartma olarak işlenmiş haç ve geometrik motiflerin süslediği mermer parçalar görülmektedir. Nişin içine bir arşitrav parçası yerleştirilmiştir. Sarnıcın mermerden yapılmış 0,88 m. uzunluğu, 0,29 m. genişliği ve 0,10 m. kalınlığındaki kenar taşlarından doğudakinin dış yüzünde “ Hıristiyan İmparator yüce Kral Michael Kulesi” yazılı Yunanca bir kitabe, iç yüzünde  Tevrat’tan alınmış “Her bedene iyi olanı verir. Çünkü onun lütfu ebedidir.” Anlamına gelen İbranice bir kitabe kazınmıştır. Bunun güneybatı köşesi üzerinde yedi kollu bir şamdan motifi kabaca işlenmiştir. Tam olarak yapım tarihi bilinmese de, İ.S. 6. yüzyılda inşa edildiğine inanılmaktadır. Su kuyusunun başlangıçta babtisterium yani vaftizhane olarak kullanıldığı, 20. yüzyılın başlarında ayazmaya dönüştürüldüğü bilinmektedir. İznik’in Bizans İmparatorluğu’na başkentlik yaptığı dönemlerde, Böcek Ayazması’nın çok önemli kutsamalara ve vaftizlere ev sahipliği yaptığı şüphe götürmez bir gerçektir.

Böcek Ayazma olarak bilinen bu su kuyusunun ilk olarak tanrı Asklepios için inşa edilen bir asklepionunun bölümü olduğunu (sağlık tanrısının tapınağı, bir nevi hastane) öne sürenler bulunsa da, bilimsel arkeolojik kazı yapılmadan mevcut kalıntılarla bu hipotezin doğru veya yanlış olduğunu söylemek mümkün değildir.

 ÇANDARLI HALİL HAYREDDİN PAŞA TÜRBESİ

Surlar dışında Lefke Kapısı yakınında bulunan türbe, iki farklı kısımdan meydana gelmiştir. Daha alçak ve küçük eski kısım ise bu bölüme eklenmiş büyük kısım arasında bir kapı ile pencere vardır. Kapı ekleme yapılmadan önce eski türbenin girişi olarak kullanılıyormuş. Bu eski bina, 6x6 metrekare, ortası açık kubbeli bir yapı olup, burada Vezir-i Azam Halil Hayreddin Paşa ile oğlu Ali Paşa yatmaktadır. Baş ve ayak taşları kitabeli mermer lahitler türbenin hemen tamamını doldurur. Mezar taşlarının yazıları ve işçiliği emsalsizdir. Burada iki vezirden başka bir de kadın kabri vardır. Diğer türbede Halil Hayreddin Paşa’nın torunu ve akrabaları yatmaktadır. Taşı harap büyük bir erkek kabri ile diğer bir erkek kabrinden başka 8 kadın 6 çocuk toplam 16 kabir bulunmaktadır.

MAHMUT ÇELEBİ CAMİ

 Yeşil Cami’den sonra gelen ikinci abidevi eserdir. Ayasofya’nın 500 m. kadar güneyinde yer alır. Mahmud Çelebi, Sultan II. Murad’ın Vezir-i Azam’ı İbrahim Paşa’nın oğludur. 847 (1447) yılında İzladi Savaşı’ndan sonra Sırp Kralı Brankoviç’e esir düşmüş, Szegedin Antlaşması’ndan sonra 7000 düka altın karşılığında kurtarılmıştır. Esir düşmeden önce cami yaptırmış, kurtulduktan sonra 850(1447)’de vakfiyesini düzenletmiştir.

Cami, üç gözlü bir revak ve 8 m. çapında bir kubbe ile örtülmüştür. Kapı, Bursa kemerli bir eyvanın 180 cm gerisine konmuştur. Binanın kitabesi de bu kapının üzerine yerleştirilmiştir. Revaklı bölümün iki orta sütunu arasında mermer dikdörtgen bir kapı vardır. Revakın mermer korkuluk şebekeleri altı ayrı örnek gösterilir. Cephedekilerden biri oymalı diğeri kabartmalıdır. Uzun Arapça kitabede, Mahmud  Çelebi bin İbrahim Paşa’nın bu abideyi Sultan Murad zamanında 846(1442-1443) tarihinde yaptırdığı yazılıdır. Kitabede adı geçen imaretten eser yoktur.

HESPEKLİ HİPOJESİ 

İznik’in 5,5 km kuzeybatısında Elbeyli’ye giden yolun doğusunda Hespekli olarak bilinen yerde Çaltepe Çamlığı’nın uzantısında 1967 yılında 147. Karayolları ekiplerince stabilize malzeme alımı sırasında açığa çıkmıştır. Hipojenin batısındaki kapı önüne dayanmış mermer Sidamara tipi lahit teknesine ait parça II. Yüzyıla ait olup Herakles kabartmaları ile bezelidir. Mezar odası doğu batı uzantılı, dikdörtgen planlıdır. Uzunluğu 3,79  genişliği 2,75 yüksekliği 2,30 m.’dir. Duvarlar moloz taş ve tuğladan, tonoz ise kare yassı tuğlalar, kireç kum harcı ile örtülmüştür. Batı duvarının kalınlığı 0,85 m.’dir. Mahalli rekristalize kalkerle sınırlanan kapı boşluğu, aynı cins taştan mono blok kapıya sahiptir. Girişin dışındaki duvarlara paralel uzanan tuğladan örülmüş üç mezar belirlenmiştir. Hipojenin iç kısmındaki duvar ve tonoz yüzeylerinin son derece kıymetli fresklerle kaplıdır. Batı duvarında kapının iki yanında kuyrukları  kabarmış iki tavus kuşu cepheden işlenmiştir. Her ikisinin başı kapıya doğru çevrilmiş olup, sanki oradan gelen veya gelecek birini bekler gibidir. Çevresinde yeşil sap ve yapraklı kırmızı gelincikler, yerde yeşil çimenler işlenmiştir.

HESPEKLİ MEZARI

İznik’ten Elbeyli Belediyesi’ne giden yolun doğusunda halı sahanın arkasında yer almaktadır. Mezar başlangıçta tabii olarak kayaya oyularak 3,5 m. uzunluğunda ve 1,90 m. eninde dikdörtgen planlı olarak açılmıştır. 1,10 m. yükseklikten sonra beşik tonoz başlamakta ve mezar odasını örtmektedir. Tonoz tavanı zeminden 2,20 m. yüksekliktedir. Mezar odasının duvar kalınlığı 0,50 tonoz kalınlığı 0,30 m.’dir. Doğu-batı uzantılı olan mezara güneydoğuya yakın olan başlangıçta 0,50 m. genişlikten sonra 0,75 yüksekliğinde bir kapı boşluğundan girilmektedir. Mezar içinde duvarlar ve tonoz kireç kum harcı ile sıvanmıştır. Beyaz badanalıdır. Zemin toprak örtülüdür.

KOIMESIS KİLİSESİ

Bu kilisenin tam adı “Koimesis tes Theotokos” kilisedir. Bu isim, “Hazreti Meryem’in Ölümü veya Göğe Yükselmesi” anlamına gelmektedir. Yapı, İznik’teki diğer kiliselerin bazilikal planından farklı olarak “Kapalı Yunan Haçı” tasarımında inşa edilmiştir.Kesin tarihi ve kim tarafından yapıldığı belli değildir.1065 depreminde yıkılan kilise Konstantin tarafından tekrar onarılmış ve Aziz Nikephoros’a tahsis edimiştir. Manastıra ait kilise, yeniliklere uğrayarak ve yeniden inşa edilerek 1922 yılına kadar ayakta durmuştur. Günümüzde yalnızca kalıntıları görülebilir.Kilisenin ilk boyutları 20x20 m.’den biraz daha büyüktü ve büyük olasılıkla yalnızca tuğladan inşa edilmişti. Batı yönündeki dış dehliz, yapının hemen hemen tüm genişliği boyunca uzanıyordu. Kilise daha sonraları yenilenmiştir. İç bölüm, geniş gömme ayaklarla ve karınlı ve çapraz sivri tonozlarla kare biçiminde iki köşe açıklığa bölünmüştür. Bu alan daha önce, yapının beşik tonozlu tek bir merkezi açıklığını oluşturuyordu. Batı yönündeki üç kapı girişini sağlıyordu ve bunların tam karşısında bulunan öteki üç kapı ise nefine açılmaktaydı. Yanda kalan her iki dar alanda da birer kapı vardı. Ana nefte, dört .Bu kemerin üzerinde ise, çapı yaklaşık 6,8 m. olan bir kubbe yerleştirilmişti. Başlıklı sütunların, tek parçalı sütunların ve yalnızca başlıkların üzerinde yükselen üçlü kemer dizisi, her iki taraftaki geçit bölgesini birbirinden ayırıyordu. Bunun üzerinde, iki gömme ayak üzerinde, bir ısı penceresi işlevi gören bir duvar yer almaktaydı. Batı kemer tablası da aynı tarzda yontulmuştur. Yan nefler beşik tonozla kaplanmıştır. Her bir mahfazanın dar kenarında, bir kapı bulunmaktadır. Güneyde bulunan nefe, dışarıdan, çapraz eksende bulunan bir başka kapıdan geçilerek girilebilmektedir. İç mekan her bir mahfazada, içeriye doğru basamaklar halinde düzenlenmiştir. Beşik kemerli bema açıklığı ve yarı dairesel bir apsis ile bitiştirilmiştir. Bemanın yan duvarlarında, pastoforyonlara giden bir geçit vardır: Muhtemelen, özgün olarak takke tonozlarla kaplanmıştır, derin kemerli nişlerle yanlarda sınırlandırılmış, üç metreyi aşan merkezi bir orta mekandan oluşan çapraz odalar. Merkezi açıklık, her bir mahfazada, yuvarlatılmış bir apsisle birleştirilmiştir. Her üç apsis de, dış kısımlarında üç köşelidir. Yan apsislerin her birinde merkezi bir pencere bulunmakta ve ortada bulunan apsis, üç pencereyle aydınlatılmaktadır. Dış duvarlar düz olup, mafsallandırılmamıştır. Yalnızca naosun kebesini taşıyan kolonlar, dış bölümde de tekrarlanmaktadır. Gömme ayaklar, sahında ve tahminen batı cephesinde de çıkıntı yapmıştır.

OBELİSK

Halk arasında ‘Beştaş’, ‘Dikilitaş’, ‘Nişantaşı’ olarak da bilinen anıt, İznik ilçesinin 8 km. kuzeybatısındadır.  Roma döneminde Nikaia (İznik)’den, Nikomedia (İzmit)’e giden karayolunun virajında inşa edilmiştir. Günümüzde bağ içinde yükselen mezar anıtı Nikaia Kapı’larını yaptıran Cassius Chrestus’un kardeşi veya yeğeni olan C. Cassius Philiscus’a aittir. Anıtın, gri damarlı kesme taşlardan yapılmış demir bağlantılı kaidesi yüksekliği 3 m. genişliği 2 m. olan kare prizma şeklindedir. Bunun üzerinde 0,46 m. yüksekliğinde çok yivli korniş oturtulmuştur. Bunun köşelerinde palmetlerle bezemeli akroterler yer almaktadır. Bir kısmı tahrip olmasına rağmen belirgindir. Bu kaidenin üzerinde yükselen kısım, üç yüzeyli, yukarıya doğru incelen ve birbiri üzerine demir kamalarla oturtulmuş beş beyaz mermer blokla örülmüştür. Bundan dolayı da ‘Beştaş’ adını almıştır. Günümüzdeki yüksekliği 12 m.’dir. Aslında en üstte altıncı bir taşın bulunduğu, fakat buradan düşerek kaybolduğu anlaşılmaktadır. Obelisk’in geniş olan birinci taşın üzerindeki Yunanca kitabede ‘C. Cassius Philiscus, C. Cassius Asklepiodotus’un oğlu, 83 yıl yaşadı’ yazılıdır. Kitabede geçen C. Cassius Asklepiodotus Nikaia’nın ileri gelen ailelerinden olup, son derece zengindi. MS. 66 yılında Roma İmparatoru Neron (54-68) tarafından sürgüne gönderilmiş, tüm varlığına el konmuş fakat Galba (68-69) tarafından Nikaia’ya geri dönmesine izin verilmiştir.  Kaidede üçgen prizmatik dikili taşın iki yanında, görülen ayak izleri ve bağlantı yuvaları, bu kısımda bronz heykellerin bulunduğunu işaret etmektedir.  Yine üstte kaybolan altıncı taşın üzerinde bronzdan zafer tanrıçası Nike’nin  veya Tanrı Zeus Kartalı’nın heykelinin yer aldığı anlaşılmaktadır. Anıtın alt kısmında toprağa gömülü olan bölümde mezarın yer alır. Tümülüs mezar odası stilinde yapılmış olduğu belgelenmektedir.

ROMA TİYATROSU

Anadolu’da ayakta kalmış tiyatroların en önemlilerinden birisidir. Roma İmparatoru  Traianus ( 97-117) zamanında eyalet Valisi Pilinius Cscillius Secunds ( 62-113) tarafından yaptırılmıştır.  Tiyatro düz bir alana kurulduğundan oturma kademeleri Roma tiyatro mimarisinde görüldüğü gibi 19 galeri taşımaktadır.  Kentin kuzey surlarındaki bazı burçlar tiyatroya ait kesme taşlarla örülmüştür. Kentin savunması için tiyatro feda edilmiştir. Başta sahnesi olmak üzere, oturma basamakları, dış duvarları, kemer ve tonozları onarılmayacak derecede tahrip olmuştur. Geriye kalan bölümler bir müddet yeni kapılarda kullanılmak üzere yerlerinden sökülmeye devam edilmiştir. Metruk kalan tiyatro kalıntılarının üzerine çeşitli evlerde toprak, moloz ve çöplerin atılması sonucu üzerinde 9.5 metre kalınlığında bir tabaka oluşmuştur. Kazılar sonucunda 45 metre doğu batı uzunluğundaki sahne tümü açığa çıkarılmıştır. Cephede 4 adet niş, sahnenin orta noktasına göre simetrik olarak yerleştirilmiştir. Nişlerde ve ara bağlantılarda 20 santimetre kalınlığında beyaz mermerden yapılmış süpürgelik ve 57 santimetre üzerindeki mermer silmenin sınırladığı sahada mermer bir friz sıralı idi. Kazı ile oldukça gün ışığına çıkarılmış ve halende kazı devam etmektedir.

Orhan Gazi İmaret Cami

 İznik’in güneyinde surların dışında, Bursa Karayolu’nun doğusunda, bahçeler arasında, günümüzde sadece temelleri kalmıştır. 1963-1964 yıllarında Prof. Dr. Oktay Aslanapa başkanlığında gerçekleştirilen kazılar sonunda açığa çıkarılan kalıntılar ve ele geçen kitabeden caminin kuzey güney uzantılı olarak inşa edilmiş. Boyutları 24,7x21,90 m.’dir. Ortada uzun bir sahın, bunun iki yanında dikine dikdörtgen birer sahın yer almaktadır. 19,85x8,30 m. boyutlu olan orta sahın iki kısımdan oluşmaktadır. Giriş zemini, mihraplı mekan zemininden 0,4 m. daha aşağıdadır. Bu nedenle bir merdivenle üst zemine çıkılmaktaydı. Ön kısmın zemini mermer, mihraplı kısmın zemini tuğla döşeliydi. Orta sahının duvarları yeşil ve firuze altıgen çinilerle örtülüydü. Kıble mekanının doğu batı duvarlarında birer niş ile pencere açılmıştır. Geometrik, palmet ve rumi motifli mihrabın stukolar ile dekore edildiği kazılar sırasında ele geçen parçalardan anlaşılmaktadır. Giriş mekanının doğu ve batı duvarlarında birer niş ile yandaki sahınlara açılan birer kapı bulunmaktadır. Yan sahınlar dikdörtgen planlı olup kuzey güney uzantılıdır. Orta sahına göre 0,30 m. daha yüksektedir. Doğudaki yan sahının giriş kapısının haricindeki kısa duvarlarda birer, uzun duvarda iki pencere yer almaktadır. Duvarlar moloz, kesme ve antik yapılardan alınıp ikinci kez burada kullanılmış taşlardan, kireç kum harcı ile örülmüştür. Kalınlıkları 1 m.’dir.  Parçalar halinde ele geçen ve İznik Müzesi’nde teşhir edilen mermer kitabesinde; “Bu şerefli imaretin yaptırılmasına, Allah’ın yücelttiği Osmanoğlu Orhan-Allah mülkünü ebedi kılsın hizmetkarı Hacı Paşa’ya emretti. Allah o ikisini en güzel mükafatlarla mükafatlandırsın. Rebiülevvelde, tamamlanması… senesinin şevval ayındadır.” Yazılıdır. Orhan Gazi’nin İznik muhasarası sırasında sur dışında inşa ettirdiği Ordugah İmaret Camisi’nin, İznik 1331 yılında fethedildikten sonra uzun yıllar cemaatsiz ve bakımsız kaldığı bu nedenle yıkıldığı anlaşılmaktadır. Kesin inşa tarihi saptanamayan cami, 1325 ile 1330 yılları arasında inşa edilmiş olmalıdır.

LEFKE KAPI ANTİK SU YOLU

İznik’in doğusunda, surların dışında, Elmalıdağ eteklerinde Katırcı İni ile Berber Kayası uzantısındaki doğal mağaradan çıkan su bir kanal ile kente Roma döneminde nakledilmiş olup, kanal bugün de ayaktadır. Doğal kayalığın ağız kısmı bir duvarla dışarıya doğru uzanmakta, buraya yakın bölümde oluşturulmuş havuza su doldurulup dinlendirilmekteydi. Havuzun çevresinde görülen rektogonal, kolosal kesme taştan mimari parçalar burada arkeolojik bir yapının varlığını işaret etmektedir. Suyu nakleden kanal ilk önce kuzeybatıya sonra batıya dönerek kente, Lefke Kapı’nın güneyindeki çeşmeye ulaşmaktadır. Su kanalının Roma döneminde İmparator Hadrian’ın (117-138) buyrukları ile yaptırıldığını kent surlarındaki bir kuleye ters şekilde konmuş olan kitabeden öğrenmekteyiz. Kitabede: ‘ Yüce İmparator Kayser Trajan Hadrian’ın elçisi, su  yolunu çevreleyen arazide oturanlara, hiçbir şekilde kanala girmemelerini, çevrede yetişmiş bulunan ağaçlardan on dirsek boyunda olanları kesmemelerini duyurur. Aynı şekilde, bir kimse buna aykırı davranışta bulunursa, devlet kasasına kanun uyarınca ceza ödeyecektir. Bazı kimseler, su yolunun köprülerini, üzerinden arabaların ve bütün hayvanların geçebileceği şekilde yapmalıdırlar. Eğer bazı kimseler su kanalının içinden geçmeye yeltenirlerse, aynı kanunun cezai kapsamına düşerler. Kanal çevresinde hendek açanlara, su kanalına hiçbir şekilde zarar vermemeleri duyurulur. Eğer bir kimse buna aykırı bir davranışta bulunursa, kanun uyarınca para cezası ödeyecektir.’ Denilmektedir. Bu kanal Bizans döneminde Justinianus tarafından yeniden ele alınmış ve günümüze kadar birçok kez onarılmıştır. Kanal; moloz taş, konglemera, devşirme mimari parçalar, tuğlalar ve kireç kum harcı ile örülmüştür. Roma ve Bizans dönemlerine ait mermer bezemeli mimari ve yazıtlı parçalar dikkat çekmektedir. Havuzdan, Lefke Kapı’ya doğru uzanan kanalın yola yakın kısmında, köşede tuğladan örme nişli bir çeşme kalıntısı görülmektedir. Kanalın yola paralel olarak uzandığı kısımda, Hayrettin Paşa Türbesi yakınında, moloz taş ve tuğla ile örülü, üzeri kubbeli bir kalıntı yer almaktadır. Burada sanki bu yapıyı kaide olarak kullanmış olan kanalda, suyun hafif bir meyille akışını sağlayan eğim ile, iki yanı yükseltilmiş bir kanalet şeklini almıştır. Bir çeşmeyi anımsatan yapı iyi bir işçilikle örülmüştür. Tek sıra taş, iki sıra tuğla, kireç kum harçlı olarak birleştirilmiştir. Kanalın uzunluğu 822 m.’dir.  En yüksek yeri 3,60 m. ,suyun aktığı bölümün derinliği 0,50 m. , eni 0,45 m.’dir. Kanal Lefke Kapı’ya doğru yükselmekte, burada bir kısmı sonradan doldurulmuş, yuvarlak altı adet tuğla örme taşıyıcı kemer yer almaktadır. Bu kısımda kanaletten taşan surların oluşturduğu kalın kireç tabakalar kanalın yan duvarlarını örtmüştür. Lefke Kapı’ya ulaşan su kanalı kapının şehir kısmında tuğla kemerli, depolu, klasik bir çeşmeye su ulaştırdıktan sonra ufak bir şelale şeklinde boşalarak Kılıçarslan Caddesi’nin iki yanında yer alan beton kanallardan geçerek, göle gitmekteydi. Akan suyun şehir suyu şebekesine katılması nedeniyle boşalan bu kanallar, yolu genişletmek için doldurulmuştur.

ROMA KÖPRÜSÜ

İznik’ten Orhangazi’ ye giden karayolunun Çakırca yönünde kuzeye dönen bağ ve bahçe yolunun100 m. ‘sinde kuru dere üzerinde, doğu batı uzantılı olarak ayaktadır. Nikaia (İznik) ile Nikomedia (İzmit) Roma yolu üzerindeki bu taş köprü halk arasında Kuru Köprü olarak da bilinmektedir. Üç gözlü olan köprünün ortadaki gözü büyük, iki yandakiler daha küçüktür. Köprünün doğu ve batıdaki Roma yolu bir miktar devam edip bağlar arasında kaybolmaktadır. Köprü gri rekristalize kalker bloklarla örülmüştür. Taşlar birbirine demir kenetlerle bağlanmıştır. Köprünün korkulukları yoktur. Dolgu kısımları moloz taşlardandır.

HAGİOS TRYPHONOS KİLİSESİ                                                                                       

Yenişehir Kapı’dan kente girilince Atatürk Caddesi üzerinde kilise kalıntıları yol kenarından 25 m. içeridedir. 1964 yılında Semavi Eyice ve Oktay Aslanapa burada kısa süreli kurtarma kazısı gerçekleştirmişlerdir. Yıkıntılar ve yoğun bitki dokusu böğürtlen, incir, kokan ağacı, çitlenbik arasında sadece 2,5 m. yüksekliğindeki bazı duvarları görülebilen yapının uzunluğu 22,5 m. , genişliği 19,5 m. olarak ölçülmüştür. Batıda 2,4 m. genişliğindeki ana girişin iki yanında, tuğla süslemeli birer yarım kubbeli niş yer almaktadır. Ana kapıdan girilen narteks kuzey güney uzantılıdır. Tuğla örgülü yuvarlak iki kemer burayı üç kısma ayırır. Ortadaki dikdörtgen nişli kapı naosa, iki yandaki kapılar ise yan sahınlara açılmaktadır. Yan kapılara yakın birer yarım silindirik hücre yer almaktadır. Yan sahınlar doğu batı uzantılıdır. Doğuda birer apsisle kapanmaktadır. Tuğladan kemerler kuzey sahını dörde, güney sahını üçe ayırmıştır. Buradan birer kapı ile narteks, naos ve bema ile irtibatlanmıştır. Sadece kuzey sahının ortadaki bir kapı ile dışa açıldığı belirtilmiştir. Ortadaki geniş sahın naosu oluşturmaktadır. Naos doğuda 3 m. genişliğinde bema ve apsisle bitmektedir. Yanlarda ise yan mekanlara sahiptir. Haç planlı bu mekan, dört geniş kemerin taşıdığı 6 m. genişliğindeki bir kubbe ile örtülüdür. Bemanın kuzey ve güneyindeki nişlerin içinde yer alan kapılardan yan sahınlara geçilmektedir. Doğudaki apsis yarım silindirik, dışta ise beş kenarlı çıkıntı şeklindedir. Yan sahınlar beşik ve çapraz tonozla örtülüdür. Burada görülen destek direk izleri kemerleri taşımaktaydı. Bu destek direkleri, kemerler, tonozlar ve kubbenin tuğladan örüldüğü anlaşılmaktadır. Duvarlar bir sıra kırma taş, birkaç sıra tuğla dizisi ile örülmüştür. Bazı kısımlarda taş sıraları arasında dikey tuğlalar bulunmaktadır. Kilise temellerinde görülen kiklopik taş bloklar buraya yakın olan açık hava tiyatrosundan getirilmiştir. Kilise ve çevresinde görülen granit sütun parçaları, mermer süsleme unsurları, geometrik desenli taban mozaik parçaları etrafa dağılmış bulunmaktadır. Duvar ve tavanlarda mozaik bezeklerin bulunduğu kalan izlerden anlaşılmaktadır. İznik’te kesin adı ve tarihi belirlenmemiş eserlerden biri olan kilisenin II. Theodoros Laskaris tarafından XIII. Yüzyılda inşa edildiği bilinen Hagios Tryphonos Kilisesi olabileceği tezi hakimdir. Kilise şuan kalıntı haldedir. 

 BERBER KAYA ANIT MEZARI

  Lefke Kapı'dan doğuya uzanan yolun kuzeyinde şehir mezarlığı, güneyinde su kanalı yer almaktadır. Dar yol, bağ ve bahçeler arasından geçerek Abdulvahap Sancaktarı'nın mezarına gitmektedir. Yolun uzandığı Elmalı Dağı'nın ilk yamacında, halk arasında "Berber Kaya" olarak bilinen koyu gri kalkerden yapılmış mezar odasına ait 17 parça, etrafa ve yamaca yayılmış bulunmaktadır. Bithynia, Roma ve Bizans dönemlerinde bu yörenin Nekropol olarak kullanıldığı ve şehrin kapılarını yaptıran C. Cassius Chrestus'un lahitinin bu bölgede bulunduğu bilinmektedir. Tek bir kaya kütlesinden yontularak yapılmıştır. İznik'te Helenistik çağa ait tek eserdir. Yöre halkının "Berber Kaya" olarak adlandırdığı bu anıt mezarın oğlundan kaçmak için sığındığı Nikaia'da yakalanarak öldürülen Bithynia kralı II. Prusias (M.Ö 185-149) için yapıldığı bilinmektedir. Anıtsal mezar odasının ön kısmının burada olmadığını, uzun yıllar ayakta duran arka kısmının 1953 yılında define meraklılarınca dinamitle parçalandığı, bir kısmının sonradan toprak ile örtüldüğü belirlenmiştir. Mezar odasının arka duvarının 4,38 m. eninde, 3,90 m. yüksekliğinde, uzunluğunun ise 5 m. civarında olduğu anlaşılmaktadır. XVIII. ve XIX. yüzyıllarda bu bölgeye gelen Avrupalı gezginler bu anıtsal mezarı görmüşler, yazı ve resimlerinde onu ilk planda göstermişlerdir. XVIII. yüzyılda R. Pococke bu mezar odasının tamamını görme şansına kavuşmuş, ölçülerini uzunluğu 14 ayak 6 inç, genişliği 12 ayak 10 inç olarak vermiştir.
   Yekpare bloktan oyularak ev stilinde yaptırılmış olan mezar odasının köşelerinde plasterler yer almaktadır. Kaide ve başlıkları belirtilmiştir. İki dar cephesinde üçgen alınlıklar ve bunların içinde yuvarlak kabartma olarak işlenmiş, kalkan motifleri yer almaktadır. Çatısı Pampylia tipli lahit şeklindedir. Üzerinde dörtgenler görülmektedir. Alınlık içinde ve saçak altında bir sıra kurt dişi motifi uzanmaktadır. Mezar odasına ait parçalar üzerinde Yunanca ve İbrani'ce yazıtlar ile ziyaretçilerce kazınarak yapılmış haçlar dikkat çekmektedir. Mezar odasının içinde arka ve yan duvarlar boyunca 0,60 m. eninde ve 0;42 m, derinliğinde, kenarları hafif yükseltilmiş mezarların yer aldığı, bunların üzerlerinde kapakların bulunduğu günümüze kalan demir bağlantı yuvalarından anlaşılmaktadır. Geçmişteki berber dükkanlarındaki oturma şekillerini andırır setleri nedeniyle halk arasında "Berber Kaya" olarak adlandırılan kalıntılar ile ilgili efsaneler de söylenilir olmuştur.

HACI ÖZBEK CAMİ

Kılıçarslan Caddesi üzerindeki caminin bugünkü girişi Eşrefoğlu Sokağı’ndadır. Caminin batısındaki, Bizans dönemine ait iki sütun ve başlığı üzerine ve yan duvarlara oturtulmuş, bir sıra kesme taş üç sıra tuğla ile örtülmüş üç kemerli, tonozla örtülü revak kısmı, cadde genişletme çalışmları sırasında 1940 yılında yıktırılmış, kuzey cephesindeki bugünkü son cemaat yeri ilave edilmiştir. Bu değişiklik sırasında caminin üç satırlık mermer kitabesi orijinal yerinden alınarak batıdaki pencere içine konmuştur. Kitabede: ‘Muhammed oğlu Hacı Özbek, yediyüzotuzdört (H.734- M.1333/1334) senesinde, Allah rızasını halis ve temiz şekilde isteyerek, bu mübarek mescidi imar etti.’ Yazılıdır. Cami 7,89x7,97 m. boyutlu kare bir mekana sahiptir. Üçgenlerden oluşan kuşak dıştan oniki köşeli kasnak üzerine oturmakta olan kiremit kaplı kubbe ile örtülüdür. Saçak kısmı iki sıra kirpidir. Kasnakta üç adet kemerli pencere yer almaktadır. Mihrabı silmeli dikdörtgen bir niş şeklindedir. Batı ve doğu duvarlarında ikişer pencere, kuzeyde kapı ve pencere bulunmaktadır. Aslında bu cephede de iki pencere olmasına karşın, son cemaat yerinin kuzeye alınması ile bu değişiklik yapılmıştır. Caminin dış duvarları bir sıra kesme taş, üç sıra tuğla, taşlar arasında birer dikey tuğla ile örülmüştür. Kasnakta da devam eden bu teknik kubbeye yaklaştıkça tuğla sıralar çoğalmaktadır. Batısındaki son cemaat yeri 1940’ta kuzeyine yeni bir son cemaat yeri eklenmiştir.  Osmanlı dönemi camilerinin ilk örneği olması bakımından ayrı bir önemi olan yapının, 1959 onarımında bazı kayıplara uğradığı söylenebilir. Halk arasında Çukur Cami olarak da bilinmektedir.

İZNİK TOPKAPI

 İznik’i çevreleyen surların İstanbul Kapı ile Lefke Kapı arasında, şehrin kuzeydoğusunda yer alan ve Hisardere Köyü’ne giden yolun altından geçtiği ön surlara ait tali kapıdır. Surlar burada moloztaş, tuğla, kireç kum harcı ile örülmüştür. Üst kısmı önemli şekilde tahrip görmüştür. Kapıyı oluşturan bölüm tuğladan örülmüş kemerle çevrilidir. Kemer üzengileri yanlardaki sövelere oturmakta iken yolu genişletmek için yıkılmış bu nedenle kemer adeta boşta kalmıştır. Çevrede görülen kesme taşlar, Açık Hava Tiyatrosu’ndan VIII. Yüzyılda taşınarak surların yükseltilmesi için kullanılan mimari parçalardır.

 

İZNİK ÇİNİ FIRINLARI

İznik Kazılarına 1963 yılında Prof. Dr. Oktay ASLANAPA tarafından başlanmış, 1993-2006 yılları arasında Prof. Ara ALTUN’un, 2007 yılından itibaren de Yrd. Doç. Dr. V. Belgin DEMİRSAR ARLI’nın başkanlığında sürdürülmektedir. İstanbul Üniversitesi öğretim üyeleri tarafından gerçekleştirilen İznik’teki çalışmalar iki döneme ayrılır. 1963-1969 yılları arasında sürdürülen I. Dönem çalışmalarında, Milet İşi, Haliç İşi, Şam İşi, Rodos İşi gibi isimlerle tanımlanmaya çalışılan Osmanlı seramik ve çinilerinin asıl ve önemli üretim merkezinin İznik olduğu, deforme ve yanık parçalar, yarı mamul fragmanlar, pişirim malzemeleri yanında, içi doluyken çökmüş durumda bulunan fırın kalıntılarıyla bilim çevrelerine kanıtlanmıştır. En önemli sonuç, o zamana kadar Osmanlı dönemi çini ve seramik merkezinin kesinlik kazanamamış üretim yeri konusunun çözümü ve ilgililerce kabul görmesi olmuştur. 2 1969 yılında çalışmaların başka bölgelere kayması ile ara verilen İznik Kazılarına, 1981 yılında “İznik Çini Fırınları Kazısı” adı ile tekrar başlanmış ve halen devam edilmektedir. İlk üç yıl oldukça geniş bir ekiple boş alanlardaki sondajlara ağırlık verilmiş, 1983 yılında Belediye Hamamı olarak da bilinen II. Murat Hamamı doğusundaki alanda iki sondaj yapılmış, I. Dönem kazıları sırasında aynı alanda yapılan sondaj verileriyle birleştirilince 1984 yılından itibaren bu alanın gridlenerek kazısına başlanmıştır. BHD olarak kodlanan bu atölye bölgesinde şimdiye kadar dört fırın kalıntısı ortaya çıkarılmış ve insitu olarak korunmuştur.

NAMAZGAH

 İznik’in doğusunda surların dışında, Lefke Kapı’nın güneydoğusunda, su kanalının 13.5 m. güneyinde bahçe içindeki kalıntılar Namazgah’ın mihrap kısmına aittir. Doğu batı uzantılı duvara kuzeyden bitişik 2.10 m. eninde, 6.50 m. uzunluğunda antik mimari parçalardan oluşturulmuş bir platform yer almaktadır. Mihrabın yer aldığı orijinal kısım 5.15 m. uzunluğunda, 1.65 m. eninde ve kalan kısmı 4.75 m. yüksekliğindedir. Doğudan bitişik olan kuzey güney uzantılı ilave duvarın uzunluğu 2.40, eni 1.70 m.’dir. Doğu batı uzantılı in situ duvarın kuzey cephesinde tuğladan örülmüş sivri kemerli dikine dikdörtgen mihrap nişinin yanında 0.50 m. yüksekliğinde bir set yer almaktadır. Duvarın doğu köşesinde ve kuzey yönünde bir duvar payesi yer almaktadır. Batıdaki 1.65 m. kalınlığındaki duvar cephesi dokuz sıra kesme taş, üçer sıralı tuğla örgülü orijinal olup buradan bir duvar bağlantısının olduğunu gösterir. Kalıntı bulunmaması yapının namazgah olduğunu, yerin antik çağlardan itibaren  kuzeyden su kemerleri ile sınırlanmış olması cami olup olmadığını tartışılır kılmaktadır. Çevresinde künk ve briket imalatı yapılan mihrap duvarının üst ve doğusu yıkılmıştır. Kuzeyi ve batısı bir sıra kesme taş, üç veya dört sıra tuğla dizisi örülmüştür. Duvar kalıntıları arasında minareye ait olabileceğini düşündüren bazı kalıntılar bulunmuş fakat tüm bunlardan yapılış yılını, adını ve yaptıranları belgeleyecek herhangi bir bilgi elde edilememiştir. Bitki örtüsünün kısmen kalktığı kış aylarında Namazgah’ın doğusunda Bizans mimari parçalarının da kullanılarak yapıldığı hazire yer almaktadır. Bazı mezarlar ve mezar taşları in situ olarak görülmektedir.

İBRAHİM PAŞA TÜRBESİ

Kılıçarslan Caddesi’nin doğusunda yol kenarındadır. Kuzey-güney doğrultusunda dikdörtgen plana sahip olan bu türbenin ahşap olan örtü sistemi 1949’da tamamen yıkılmıştır. Türbenin uzunluğu 12, eni 9,5 m.’dir. Duvarların ilk yapılan kısımlarının kesme taşlardan olduğu, daha sonraki onarımlarda moloz taş ve kerpiçlerin kullanıldığı, sıvanın beyaz kireç ile badanalandığı anlaşılmaktadır. Duvar kalınlığı 0,90 m.’dir. Türbenin doğu duvarının ortasındaki pencere sonradan köreltilmiş olup bunun iki yanındaki birer pencere açık durumdadır. Kuzey duvarında iki pencere bir niş bulunmaktadır. Batı duvarında ise kapı, bir pencere ve bir niş, güney duvarında kemerli bir niş ile pencere yer almaktadır. Türbenin niteliksiz mimari yapısına karşın içinde yer alan mermerden yapılmış sanduka, baş ve ayak taşları son derece görkemlidir. Kitabeli olan mezarlardan büyük boyutlusu Çandarlı İbrahim Paşa’ya aittir. Ayakucundaki taşın dış yüzünde “Halkın, eşrafının başı, vezirlerin dayanağı, memleketlerin sulha kavuşturucusu, tehlikeleri bertaraf eden Hayreddin Paşa oğlu İbrahim Paşa, ikisi de ahirete (Toprakları güzel koksun) intikal etmiştir.” Yazılıdır. Aynı taşın iç yüzünde: “Hicret tarihinin sekizyüzotuziki (H.832-M.1429) senesinde Zilkade ayının yirmi dördünde Perşembe günü” yazılıdır. İkinci mezarın kırılıp kaybolduğu anlaşılan ayakucundaki taşın geriye kalan bölümünde Halil Paşa’nın oğlu Ahmed ile (H.832-M.1429) tarihi okunmaktadır. Üçüncü mezarın başucunda kitabede İbrahim Paşa’nın kızı Fatma Hatun’un (H.843-M.1439) da öldüğü kayıtlıdır. Dördüncü mezarın ise Saide isimli bir hatuna ait olduğu (H.847-M.1443)’de öldüğü anlaşılmaktadır. Çandarlı Halil Hayreddin Paşa’nın oğlu İbrahim Paşa, Bursa’da kadılık, 1415’te kazaskerlik, 1421’de ise vezirlik görevlerini üstlenmiş değerli bir kişidir. 1429’da vefat etmiş ve türbeye defnedilmiştir. Başlangıçta etrafı az yükseltili bir duvarla çevrili olan mezarlığın çevresi duvar ile örülüp ahşap çatı ile kapatılmıştır.

HUYSUZLAR TÜRBESİ

İstanbul Kapı’ya giden Atatürk Caddesi’nin yol kenarındadır. Batı ve kuzeyi yapılarla sınırlıdır. Kuzey- güney uzunluğu 5.40 doğu-batı uzunluğu 4,20 m. dir. 1,65 m. yüksekliğinde, 0,20 m. kalınlığında 5 dizi biriketle Örülmüş duvarları beyaz kireçle badanalanmıştır. Yol seviyesinden aşağıda 0,83 m. genişliğinde üç basamakla inilmektedir. Zeminde doğu-batı uzantılı 3 adet sanduka yer almaktadır. Herhangi bir kitabe bulunmamaktadır. Güneydeki 1. sanduka 0.60 m. kuzeyde olup2.30 m. uzunluğuda 0.90 m. enindedir. Kesme konglemera taşlar ile örülmüş 0,40 m. yüksekliğinde kesme taşlarla oluşturulmuş duvarla çevrili iken sonradan sanduka şeklinde kapaklarla örtülerek 0,80 m. yüksekliğe ulaşmıştır. Beyaz kireç ile badanalıdır. Batıdaki duvarın yüksekliği 1,70 m. olup, ilave edilen dört sıra biriket ile 2,30 m. ye çıkartılmıştır. Halk arasında devrinin çocuk doktoru olarak bilinen bir şahsın öldükten sonra buraya gömüldüğü onun içindir ki huysuz olan çocukların buraya getirilerek huysuzluklarını bıraktığının inancı vardır

Emlak Danışmanı Olmak İster Misiniz?

Kariyerinizi ve büyümenizi geliştirmenize yardımcı olacağız.
İnsan Kaynakları